Delirmeden Önce (Kendimle Diyaloglar 3)

Bu kadar dağılmışken, günde iki paket sigara on bardak kahve ile yaşarken en olmayacak şey oldu ve Dostoyevski aramıza katıldı. Şimdi bu üçlüyle ne yapılır hiç bilmiyorum. Bir yandan blues çalarken diğer yandan zihnim boşa akan bir nehir edasıyla kulaklarımdan dökülüyor. Delirmek nedir hekim bey? Daha önce hiç yaşamadım. Delirmeden delireceğini hissedemez insan. O halde eritircesine içime akan bu lav heyelanı neyin nesi hekim bey? Nereye doğru gidiyorum ben? Gitmeden bilmem mümkün olsa keşke. Benim suçum mu? Böyle doğmak ya da böyle olmak benim suçum mu? Nasıl mı? Boğazıma yapışan ruhumun beni sürekli boğmaya çalışması, güneşin en güzel anında dahi karanlık içinde kalışım, yaz yüzünü gösterirken benim sonbahar olan gönlüm… Bunlar benim suçum mu hekim bey?

İnsan, ulaşmadığı bir şeyi nasıl bilebilir ki? O halde neden “deliriyorum, ölüyorum” der insan? Aşık olmadan aşkın nasıl bir şey olduğunu bilemiyorsak, delirmeden ve ölmeden bunları bilemeyiz. O halde delirmeden yada ölmeden oraya doğru evrildiğimizi hissettiren şey gözlemden başka bir şey olamaz. Yaşamında delirmiş bir insanla karşılaşmamış ya da gözlemlememiş bir insanın delirmeyle ilgili söyleyebileceği pek bir şeyi olamaz.

Sevgili hekim bey, o halde ben delilerle mi yaşıyorum? Bunun başka nasıl bir açıklaması olabilir?