Stoizm Felesefesi ve Koçluk

Fransızca kökenli eski bir kelime olan “Coach” kelimesi; “insanları bir yerden bir yere taşıyan araç” anlamındadır. 1500’lü yıllarda İngilizce’de de benzer bir anlamda kullanılmaya başlayan “Coach” kelimesi, günümüze yakın anlamını 1840’lı yıllarda kazanmıştır.  Önceleri Oxford Üniversitesi’nde öğrencileri sınava hazırlayan özel öğretmenler için kullanılmaya başlanan kelime,  sonrasında ise daha modern bir ifade ile sporcu ekiplerini eğiten kişilere verilmiştir. Günümüzde meslek olarak kabul edilen koçluk disiplini için ICF ve AC gibi dünyada önde gelen kuruluşların tanımları günümüzde koçluk amacının ne olduğunu bizlere aktarmaktadır

ICF: Danışanların kişisel ve profesyonel potansiyellerini maksimize etmek amacıyla düşünce doğurucu ve yaratıcı bir süreçte onlarla ortaklık yapmaktır.

AC: Koçun, klinik özellik taşımayan müşterilerin kişisel ve/veya mesleki hayatında yaşam deneyimi kazanması ve hedefe ulaşmasını kolaylaştırdığı, işbirlikçi, çözüm ve sonuç odaklı sistematik bir süreçtir.

Koçluk disiplinine hümanist psikoloji, bilişsel ve davranışçı terapi, pozitif psikoloji, çözüm odaklı terapi, gestalt terapi, sinir dili programlama (NLP) gibi kuramlar yön vermiş ve gelişimine katkı sağlamıştır. Psikoloji alanında bilgi sahibi olmak koçluk içinde olması gereken alanlardan sadece birisidir. Koçluk çalışmasında kişinin psikolojik olarak sağlıklı olduğu baz alınarak ilerlenir. Koçluk psikolojik desteklik sağlamadığı gibi bir terapide değildir. Psikoloji; yaşanılan durumun arkasındaki nedenleri arayıp buraya tedavi veya terapi uygularken koçluk birey veya kurumların ileri doğru adım atmasında farkındalıkların oluşmasını üzerine çalışır. Günümüzde hala koç ve psikoloğun karıştırılmasında ki en önemli sebeplerden biride budur. Koçlukta psikoloji ilk yardım olarak kullanılabilir. Koçluk sadece bireysel değil, takımsal ve kurumsal olarakta gerçekleştirilen, ilerlemek için birey veya kurumun kendi farkındalığını arttırıcı çözümler sunması sebebi ile psikolojiden ziyade felsefi bir yaklaşım sergilemektedir. Günümüzde koçluk için yapılan tanımlara baktığımızda da bunu desteklediğini görmekteyiz.

Felsefenin bir tanımı olarak; o, özünde düşünen, sorgulayan, araştıran, felsefefi soru ve problemlere kendi yanıtlarını vermeye çalışan insanların düşünce alışverişiyle yaşayan bir araştırma türüdür. Koçluk disiplinine baktığımızda ise düşündürten, kendi yanıtlarını verdirtmeye çalışan, kendi aksiyonlarını aldırtan bir disiplin olduğunu görüyoruz. Bu iki tanımı sorguladığımızda, koçluğun psikolojinin değil felsefenin içinde yer aldığı, psikolojinin ise bir koçluk aracı olarak kullanılabileceğini söyleyebiliriz.

M.Ö 300 yıllarına uzanan Stoizm felsefesi bugün uygulanan koçluk disiplininin temellerini atmış olduğunu, koçluk disiplininin stoizm felsefesi ile birebir örtüştüğünü söyleyebiliriz. Stoizm Felsefe akımları içinde teoride kalmayarak, hayatın gerçeklerine ve sorunlarına pratik çözümler yaratan bir düşünce sistemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu pratik felsefeyi bize en iyi anlatan tanımlama “Karmaşık teoriler üretmek yerine harekete geçip, aksiyon alıp düzeltebileceğimiz işlere odaklanın!” dır.

Stoizm felsefesinde insanın temel amacı mutluluktur. Mutluluğa ulaşmak içinse doğaya uygun yaşamak gerekir. Dolayısıyla doğaya uygun yaşamayı felsefi olarak benimsemişlerdir. "Mutluluk, dış koşullara bağlı olmamalıdır" önermesini dile getirmişlerdir. Öğretilerine göre, sosyal varlık olarak insanlar için mutluluğa giden yol şunlarda bulunur: Hayatta sana verileni kabul etmek, zevk arzumuz veya acı korkumuz tarafından kontrol edilmemize izin vermemek, etrafımızdaki dünyayı anlamak için aklımızı kullanmak ve tabiatın planındaki kendimize düşen görevi yapmak ve beraber çalışıp başkalarına karşı dürüst ve adil olmak.

Stoacılık’ın büyük ilkesi doğaya uygun davranmak’tır. Doğaya uygun davranmak, usa uygun davranmak ve dolayısıyla insanın kendi kendisine uygunluğu demektir. Kişinin kendini tanımasının ve kendine uygun planlar geliştirmesinin önemini vurgulamaktadır.

Rivayet odur ki, MÖ 300 yıllarında Stoizm’in kurucusu Zenon zengin bir tüccarken, Atina’da geçirdiği bir gemi kazasında her şeyini kaybeder. Acısı büyüktür ve yaşadığı bu olaya anlam vermeye çalıştığı dönemde kendince bir arayışa koyulur,kütüphaneye gider ve Socrates’in kitaplarıyla tanışır. Yaşadığı kötü deneyim ve aldığı felsefe eğitimini harmanlayarak içinde olduğu ruhsal çöküntüden çıkmayı başarır. Anlar ki bu kaza kendi kontrolünde olan bir şey değildir. Ancak bu kazaya yüklediği anlam ya da üzüntü onun elinde olan bir duygudur. İşte bu farkındalık seviyesi onu daha önce hiç olmadığı kadar özgürleştirir ve bu konuda dersler vermeye başlar. Zenon’un kendisine “etki alanım dışında kalan bir olay yaşadım ve bundan çok olumsuz etkiledim peki şu an harekete geçmek için neye ihtiyacım var?” sorusunu sorduğunu net olarak görebilmekteyiz.

Stoizm karmaşık hayat felsefeleriyle ya da yaşamın anlamına dair teorilerle ilgilenmiyor. Direkt olarak eylemleri temel alıyor ve çözümü bu kilit eylemlerde bulmamızı söylüyor. Stoacılık aslında hayatın karşımıza pek çok şey çıkardığını ve bunların birçoğunun bizim kontrolümüz altında gerçekleşmediğini göz önünde bulunduruyor. Bir şey kontrolünde değilse onun için aşırı üzülmek ya da aşırı mutlu olmak da anlamsızlaşıyor. Yani başımıza gelenleri kontrol edemeyiz ancak o duruma ya da olaya yüklediğimiz anlamları kontrol edebiliriz.

Stoacılar hayata karşı ilgisiz ya da tepkisiz değildir, yalnızca onları nelerin üzebileceğini ya da şaşırtabileceğini bilirler. Başlarına gelen olaylar karşısında ise şikayet etmek yerine kabul etmeyi seçerler. Buradaki kabul, eylemsizlik değil mevcut duruma hangi aksiyonların alınabileceğinin farkındalığıdır. Stoacılık eylemsizliği savunmaz. Bu yüzden hayatımızda değiştiremeyeceğimiz şeyler için çaba harcamak yerine değiştirebileceklerimiz için çaba harcamalıyız der. Gerçek dünyada değerlerimizi bizler yaratırız. Olaylar karşısında hissettiklerimiz değerlerimizin yansımasıdır. Dünyaya pembe gözlüklerle bakarsak her şeyi toz pembe görebiliriz. Stoizm ya da stoacılık dünyaya pembe gözlükler bakmayı öğütlemez ancak pembe gözlüklerin takıldığında ne kadar güçlü olabildiklerini gösterir. Bizler de istediğimiz renkte gözlükler takabilir ve olaylara o gözlüklerin açısından yaklaşabiliriz.

İlk dönem Stoacılarından Chrysippus'a göre; eğer birisi yokuşun başında duran silindiri iterse, silindir aşağı doğru yuvarlanacaktır. Fakat yuvarlanma sebebi sadece aşağı itilmesinden (dış sebeplerden) kaynaklanmaz aslında düşmeyi belirleyici neden silindirin kendi şekil yapısı, silindirik olma durumudur (içsel neden). Aynı neden bir küpe uygulanmış olsaydı, yuvarlanma meydana gelmeyebilirdi; çünkü küpün köşeli doğası buna izin vermeyecekti. Aynı şey insan için de geçerlidir. Dışsal nedenler veya dış nedenler değişik yönlerde harekete geçirici olsalar bile, reaksiyon kişinin kendi doğasına bağlıdır. Chrysippus silindiri, koçlukta temel olarak kullandığımız kişinin hangi duruşu sergileyeceği ve hedefine ulaşmak için yürüdüğü yolda karşısına çıkan engelleri aşmak için neler yapması gerektiği farkındalığını bize anlatmaktadır.

Prof. Ahmet Cevizci Feysefeye Giriş kitabında bilgelik sevgisi olarak felsefe başlığında bilgeliği; kişinin nereden gelip nereye gideceğini bilebilmesi, kendisine sağlam ve doğru amaçlar koyabilmesi ve hayatıyla eylemlerinin hesabını verebilmesi olarak ifade eder. Tüm bu tanımlar ve disiplinler koçluk ve felsefenin birbirini kapsadığını, koçluk’un psikolojinin değil felsefenin altında konumlanması gerektiğini ve koçluk’un kişinin psikolojik yada nevrotik durumlarından ziyade farkındalık geliştirici bir disiplin olduğunu göstermektedir.

İlk Stoacıları felsefe ve insanlık tarihin ilk koçları, koçları ise stoacı olarak adlandırmak ve koçluk tarihini M.Ö 300 yılına konumlandırmak çok gerçekçi olacaktır. Stoik ekol ile koçluk, psikoloji biliminin altından çıkıp psikolojiyi ilk yardım seviyesinde bir koçluk aracı olarak kendi alanını netleştirmiş olacaktır. Stoik ekol koçluk bugün yapılan koçluk tanımlamalarını kapsayan en net koçluk ekolü olmaya adaydır.