Yaşam Sanatı

Ruh ve beden yapışık ikizler gibidir esasen. Aralarında yaşanacak bir çatışmada  kazanan olmayacağı gibi kaybeden ise tek taraf olmayacaktır. Ruhun üzerine bir mikroskop koyup incelediğimizde elle tutulamayan, gözle görülemeyen ancak var olduğuna inandığımız bilinç, bilinçaltı, id, ego, süper ego zihin ve duygular gibi ruhumuzun yapısını  oluşturan kavramlar karşımıza çıkar. Elle tutulup gözle görülemeyen bu kavramların oluşumu sağlayan ise biyolojik dev bir yapı olmakla birlikte trafo gibi çalışan beynimizdir. Bu ikisi arasında ki iletişimi sağlayan nöronlar arasında ki elektrik akımı Niagara şelalesinden daha gür, ışık hızından daha hızlı şekilde ilerlemektedir. İşte tam olarak madde ile mana arasında ki bu ilişki yaşantımızın sürecini belirlemektedir.   

Yaşamın akışı içerisinde çevreniz, yaşadıklarınız ve yaşamayı istediklerinizin sizlerde oluşturduğu birikim, hayallerinizi zihninizde resmetmeye durur. Bu resim, gölge oyunlarına benzeyen barok sanatından bir parça, rüyalarınızı yansıttığınız sürrealist bir tablo ya da realist bir manzaraya benzeyebilir. Belki de her şeye çok farklı baktığınız ve gördüğünüz için Picasso’nun kübizmi içinde yer alan bir figürdür. Her neye benzerse benzesin birikimlerinizin size yaptırdığı bir resim ve sizin ortaya koyduğunuz bir sanat muhakkak vardır. Bundandır ki aslında yaşam başlı başına bir sanat ve bizde onu yaşamaya çalışan sanatçılarızdır. Ortaya koyduğunuz eser bazen attığı çığlık ile dünyaya sesini duyuran bir tablo olabileceği gibi, bazen de eskiz olarak rafların arasında unutulabilir. Akım başlatan, yani fark yaratan ve adını tarihe silinmeyen boyalar ile yazdıran sanatçılar tüm bu başarılarını yaşamdan aldıkları ilhamla gerçekleştirmişlerdir. Bu ilhamı almak ve bunu tarihe kazımak için belki de ne yaptığınızdan çok nasıl yaptığınız, ne kadar yaptığınız ve kaç kere yaptığınız daha önemlidir. İlham dediğimiz, derinliklerimizden bize gelen bu enerji başlı başına mutluluk ile ilişkili değildir. Zaman olur ki yaşadığınız acılar, hayal kırıklıkları, çalkantılar, baskılar vb tüm olumsuz duyguların yansıttığı ışık sizi hayal bile edemediğiniz bir evrene bırakır. Acı veya mutluluk fark etmeksizin duyguyu nasıl yorumladığımız ve yaşantımıza nasıl yansıttığımız bizim bırakacağımız eser olacaktır. Sanatçının ilhamını yansıttığı o tablo işte bizim hayatımızdır.

İnsanlar ile sanatçılar arasında fay hatları gibi onları birbirinden ayıran farklar bulunmaktadır.  İnsanlar duygularını yönetemez iken yaşam sanatçıları bunu bir sanata, hazza ve başarıya taşır. Sanatçılar yaşam sanatını icra ederken bir sonsuzluk içindeymiş gibi davranırlar. Sanatçının haz aldığı şeyden vazgeçmesi kendinden vazgeçmesinden daha zordur. Ancak sıradan insanlar vazgeçmesi gereken şeyi bilmedikleri için yaşamlarından vazgeçerler genelde. Yaşam içinde ki haz ile vazgeçiş arasında ki çizgi seçimlerimiz ve yaşama bakış açımızla ilgilidir. Vazgeçmenin doğru yapılabilmesi içinde öncelikle doğru hedef koyduğumuzdan emin olmamız gerekir. Hedeflerimiz şekillenmeye başladığında başta ailemiz, sosyal çevremiz, düşünce yapımız, yaşadığımız bölge gibi sosyal unsurların etkisini bazen buğulu görebilir, bazen ise hiç göremeyiz. Farkındalığınızın yüksekliği görüntülerinizin netliğine yansıyan bir uzam gibidir. Farkındalığımızın geliştiği bir boyutta ise seçimlerimizi ve hayallerimizi sorgulamaya başlarız. Gerçekten istediğim bu mu? Bu sorgulama sonucunda elekte kalanlar ve eklenenler ile yürüyeceğimiz yolun güzergahını oluşturmaya başlayacağımız yeni bir başlangıca varırız. Başlangıçlar için doğru zamandan ziyade hazır olma hali en doğru zamandır. Hazır olma halini yakalayabildiğimiz anlar bazen rüya içinde rüya gibiyken bazen de önümüzde duran en sevdiğimiz yemeğe benzer. Bu hal bize gökten inmeyecektir. Bu hal bize vazgeçmeyişlerimizin, vazgeçişlerimizin ve tecrübelerimizin getirdiği bir dönence içinde bize ulaşacaktır.

O halde yaşam sanatını icra ederken, hangi tabloları yarım bıraktığımızı görmeye başlayıp bu tablolar için yeniden tüm materyallerimizi önce zihnimize sonra da bedenimize yerleştirmemiz gerekmektedir. Bunlar içinde bizim oluşturduğumuzu düşündüğümüz ve bize ait olduğuna inandığımız tüm tabular ve kuralları Berlin duvarı gibi yıkarak tüm düşüncelerimizi serbest bırakmalıyız. Gün odur ki inandığınız ve koyduğunuz duvarlar, yarattığınız tavanlardan ibarettir. Zihninize sizin yerleştirdiğiniz veya dışardan yerleştirilen tüm duvarlar, tüm tavanlar artık içine sığamadığınız yaşam sizin yeniden dirilişe bir ateş yakmanız ile birlikte küllere dönüşmeye hazırdır. Bugününüze kadar “yapamazsın, mümkün değil, senin işin değil, daha önce kimse yapamadı, yaptığında ne kazanacaksın” şeklinde dna’nıza yerleştirilen tüm bu kanser hücreleri emin olun ki size ait değil ve hiçbir şey imkansız değil. Bundan 50 yıl önce birileri çıkıp hiçbir kablo gerektirmeyen ve sürekli yanınızda bulundurabileceğiniz bir telefon kullanabileceğinizi söyleseydi dönemin insanları o birilerine “uçuyorsun” der ve asla inanmazdı. 

Ancak 1983 yılında motorla firması ilk cep telefonunu tanıttığında bu imkansız denilen hayalin olabileceğini herkes gördü. Peki bunu gerçekleştiren şey neydi? Bunu gerçekleştiren şey en temelde sadece birkaç cümleydi. “neden olmasın, yapabilirim, yapacağım” sihirli kelimeleri bir çağı kapatmış ve başka bir çağa güneş ışınlarının aydınlığı gibi bir ışık tutmuştu. Size “uçuyorsun” diyen tüm insanlara teşekkür edin. Esasen o insanlar sizin hayalinizi gerçekleştirebileceğinize içten içe inanmakla birlikte kendileri hayal fakiri olduğu için bunu size itiraf edebilecek güçleri bulunmamaktadır. Uçun hayali yüksek olan insanlar. Uçun ki imkansızları imkana kavuşturup kendinize ve ardınızdakilere güzel bir gelecek bırakın. Uçun ki bu yaşam sanatını icra eden unutulmaz sanatçılar olun. 

Yaşam odur ki inandığın ile harekete geçmediğin an arasında kalıp, sessizce tarihe gömülecek bir sanat değildir.

Murat ÖZTÜRK.