Zihin ve Bulantı (Kendimle Diyaloglar1)

Umut mu kötüdür umutsuzluk mu? Şu dönemlerde buna bir türlü karar veremiyorum. Belki de bir türlü gerçekleşmeyen umut en kötüsüdür. Sabah pozitif bir iş insanı iken akşam bir çay ocağının köşesine beni atıp daracık düşünce koridorlarında sıkıştırıldığım şeyin adı gerçekleşmeyen umut olabilir mi? Açıkçası bir tanım bulamıyorum ancak tanımlayamadığım şeyi hücrelerime kadar yaşıyorum. Öyle ki dalıp giderken bile zihnim çalkalanır vaziyette. Hayal ettiğinden daha çok kaçtığı şeylere yaklaşır insan. Hele bir de zihin karanlık bir lağıma döndüyse. Belki koku yok içeride ancak bulantı haddinden fazla. Mide bulantısını arıyor insan. En azından kusunca bir rahatlama geliyor insan peki zihnimdekileri nasıl kusacağım? Bu zihin bulantısı ne zor iş. İnsanı deliliğe götüren yolların ilki. Beynin her yerine sirayet eden bu bulantı tüm vücuda yayılıyor da insan bazen nedenini anlayamıyor. Kusamamak. Evet tek yol kusup rahatlamak ama nasıl? Tüm düşünceler birbirine girmiş. Mutluluk ile mutsuzluk öylesine savaşıyor ki kan diz boyu. Peki neden? Lanet olası zihin kusamıyor kendini. Yaşanılan kötü şeylerden ziyade yaşanılamayan iyi şeyler nasıl da bir ur gibi saplanıyor zihne. Ne yani hayal de mi kurmayalım, umudumuz da mı olmasın? Olsun mu? Bilmiyorum. Hangisi iyi hangisi kötü bilmiyorum. Sokrates olsa iki bir şey söyler zihnimize bir ışık yakardı. Ne var ki değil sokrates, farkındalığı yüksek insan enflasyonu var ülkede. Diyojen gibi gündüz vakti elimde fenerle gezmeye razı olsam da gezeceğim yerin et pazarından farkı yok ne yazık ki. Cengiz Aytmatov’un “mide beyinden akıllıdır çünkü kusmayı bilir, beyin her pisliği yutar” sözünün farkındalığını yaşamak nasıl bir kederdir. Bunu görmek, anlamak kanserle yüzyüze kalmak kadar zor düşünen insan. Beyninde bir ur’la yaşarken ne kadar mutlu olabilirsin? İşte bu ur yuttuğun pisliğin farkında olup onu kusmaya çalışmaktır. Bu farkındalıktır insanı mutsuz eden. Halbuki beyninde ur olduğunu bilmeyenler bu endişeden ne kadar uzak. Uzak oldukları için de ne kadar mutlu. Biz mi yaratıyoruz bu ur’u, zihnimizi biz mi bulandıryoruz? Bunu çok sordum kendime. Bu benim tercihim mi? Belki de daha önemli soru şu olmalı “erken teşhis iyi bir şey değil mi?” Bir hastalığınızı fark ediyor ve bunun için tedaviye başlıyorsunuz. Bunun neresi kötü olabilir ki? İşte her şey bu sorunun cevabında. Eğer hasta olan zihinse ve hastalık farkındalıksa işte düşünen insan sen artık ölene kadar kafanda bir ur’la yaşamaya mahkumsun. Üzgünüm bunun bir tedavisi yok. Tedavi olarak uygulayacağın her şey ur’u büyütecek. Ne yapmalı peki? İyileşemeyecek miyim? Sanırım hayır. Bununla yaşamaya alışacaksın. Tıpkı beynine girip orada kalan bir kurşun gibi. Alınması riskli olduğu için ameliyat edilemeyen bir kurşunla yaşayacaksın. Seni öldürmeyecek evet ama huzurlu da yaşatmayacak. Beyninde bir mermi ile bir ur ile yaşayan insanlara günümüzde farkındalığı yüksek insanlar diyor düşünebilen insanlar. Peki toplum ne diyor? Toplum bize “ur” ve hatta beynimizde mermi olduğu için “engelli” diyor. Aziz, düşünen insanlar. Gerçekleşmeyen umutların bizi sürüklediği bu genel kanı bizim kaderimiz gibi görünüyor. Biz pisliği biliyoruz ve kusamıyoruz. Bizim huzursuzluğumuz ve umutsuzluğumuz budur.

Bu zihin bulantısı ile yaşamak çok zor. O halde şunu soracaksınız kendinize “yaşamamak mı gerek?” asla değil. Tabii ki yaşamalı. Belki zaman zaman topluma karışarak bu bulantıdan uzaklaşabiliriz. Toplum dediğimiz şey bir çoğunluğu ifade ettiği için çoğunlukta bulantı yok denecek kadar azdır. En azından bu şekilde zihin bulantısı bulaşıcı değildir. Bulaşıcı olan şeyler sende bende olmayan asil değerlerdir. Zor olsa da kabullenmesi toplumda olmayan asil değerleri taşımak bir yanımızı hep okşar. Beklentide olmayan umudumuzu tazeler ve bizi diri tutar. Tıpkı benim bulantılı bir zihinde topluma karışmak yerine bu yazıyı kaleme almam gibi. Zihnimdeki bulantı bir nebze duruldu. Nedeni ise anladığınız üzere asil değerlerime sığınmak oldu. Asil değerlerimizi hatırlamak için bazen zihnin en karanlık koridorunda dolaşmamız gerekiyor. Oradan çıkabilmek için ise belki yazmak, belki konuşmak, belki de okumak gerek. Düşünen insan sen asil değerlerini en karanlık yerlerde bulup onu kendin gibi insanlara aktaracak kadar kıymetlisin.

Murat ÖZTÜRK